Almanya’nın Güney Batısı’da bulunan Freiburg im Breisgau’ya (Türkçesi Breisgau’daki Freiburg) uzanalım mı hep beraber? Freiburg doğası, insanlarının sıcak kanlılığı, iklimi ve konumu itibari ile Almanya’da en çok beğendiğim yer oldu. Burası ılıman iklimi ünlü ve Almanya’nın en sıcak bölgesi. Ayrıca Almanya’nın en turistik şehirlerinden birisi. Gözlemlediğim kadarı ile Berlin, Münih, Frankfurt ve Hamburg gibi şehirler biz Türkler için Almanya gezi rotasının en başında yer alan popüler duraklardan biri iken, Freiburg ise öncelik tanımadığımız yerler arasında.. Halbuki Freiburg’a ulaşım oldukça kolay. Şehir, İsviçre ve Fransa sınırlarına çok yakın.
Freiburg’a gitmenin en kolay yolu uluslararası havaalanı olan EuroAirpot Basel-Mulhouse-Freiburg’u kullanmanız. Freiburg’a 70 km uzaklıkta olan havalanından çıkışta Flixbus’a (otobüs firması) binerek 1 saat içinde son durak olan Freiburg im Breisgau şehir merkezinde oluyorsunuz. Gidiş-dönüş biletini (39 euro) aynı anda alırsanız daha uygun fiyata geliyor.
Üç günlüğüne iş gezisi sebebi ile geldiğim Freiburg’u pek gezme imkanım olmadı maalesef. Bu sebeple sizlerle daha çok yediğim, içtiğim şeyleri paylaşacağım ve Freiburg hakkında kısa ve öz bilgiler vereceğim. Zaten bu blogun amacı bu!
Freiburg’un en önemli simgesi Almanca’daki Bach (dere) kelimesinden gelen “Bächle”, yani şehrin etrafında bulunan nehir ve derelerden gelen su ile beslenen küçük kanallar. Sıcak günlerde şehrin insanlarını ve hayvanları serinleten bu kanallar çocuklar için ise adeta bir oyun alanı olmuş. Kanallarda eline kayığını alan, ördeğini yüzdüren mutlaka bir çocuk görmeniz mümkün. Yetişkinler ise genelde ayaklarını kanaldaki serin suya daldırıp dondurma yiyerek veya biralarını yudumlayarak serinlemeye çalışıyor. Bir inanışa göre eğer ayağınız kayar ve siz istemeden kanala kazara girerse kısa bir süre sonra evlenecekmişsiniz demekmiş.
Freiburg, Almanya ve Almanlarla ilgili olumsuz düşünceleri olanların ön yargılarını yerle bir edecek bir şehir. Şaşırtıcı derece sıcakkanlı ve mutlu insanların yaşadığı şirin, cıvıl cıvıl sokakları ile bağımlılık yapan bir yer. En popüler Avrupa şehirlerinden biri olmayabilir ama Freiburg’u ziyaret ederseniz mutlaka çok seveceksiniz ve daha önce neden buraya gelmediğiniz konusunda hayıflanacaksınız. Üstelik iyi bir gezi planlaması yaparsanız özel konumu sayesinde kısa bir sürede 3 ülke bile gezebilirsiniz ve eminim ki bu sizin için paha biçilemez bir deneyim olacaktır.
Gotik mimariye sahip Freiburg Katedrali yani “Münster” mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında yer alıyor. Oldukça görkemli bir yapıya sahip ve 116 metre yüksekliği ile nerede olursanız olun rahatlıkla görülebilecek bir konumda bulunuyor.
Doğa aşıklarının kesinlikle görmesi gereken Kara Ormanlar (Almanca Schwarzwald) ise buraya yakın mesafede. İsmini çok sık ve ışık geçirmemesi sebebi ile karanlık olan çam ormanlarının kapladığı dağlık bölgeden alan Kara Ormanlar aynı zamanda şu meşhur Karaorman (Schwarzwälder Kirschtorte) pastasına ilham veren ormanlar. Ben Kara Ormanları göremedim ama Freiburg’a gelmişken Karaorman pastasını anavatanında denemiş oldum.
Dediklerine göre Karaorman pastası görüntüsü ile Kara Ormanların tepelerinde kar olan ağaçlara benzemesinden ötürü bu isimi almış. Ağzımı çok fazla dolduran ve bu yüzden telaffuzda büyük sıkıntı çektiğim Karaorman pastasını yeme konusunda hiç sorun yaşamadım. Avrupa’nın en tanınmış firmalarından biri olan Gmeiner isimli pastanede deneyimledik. Pastanenin içerisi o kadar fazla muhteşem görünümlü tatlılarla doluydu ki bir ara orada şeker komasına girene kadar bütün tatlıları denemek istedim ama maalesef çalışmak zorundayım. Bence midesine düşkün birinin iş seyahatine çıktığı zaman en çok acı çektiği anlar damağına hitap eden lezzetleri görüp sevinçten çıldırdığı halde onları mideye indirememesi..
Her tatlı bir rejim düşmanıdır ama Karaorman pastası bildiğiniz azılı bir rejim katili. Çikolatalı keki, bölgenin ünlü vişne likörü Kirsch ile hazırlanan bol kremalı dokusu, kremanın üzerine rendelenmiş çikolatalar ve krema tepeciklerinin ortalarına yerleştirilen kirazlar mutlaka ilginizi çekecektir. Şüpheniz olmasın tüm bunlar sonunda sizi yüksek kalori ile buluşturacak. Aman canım, bir kere geliyoruz dünyaya. Yemeyelim de ne yapalım? Aklımda kalacağına midemde kalsın derim ben.
Freiburg’un dar sokaklarından kendimizi Dreisam nehrinin kenarına atıyoruz. Havanın sıcak olması sebebiyle herkes kendini serinlemek amacıyla buraya atmış. Etrafta yüzenler, güneşlenenler, piknik yapanlar ve bizim gibi ayağını suya sokup serinleyenler var. Su soğuk. Fotografta dere size pis gibi gözükebilir ama oldukça temiz. Alman gençliği biralarını soğuması için dereye atmış kenarda müzik dinleyerek coşuyorlardı.
Freiburg’da hediyelik eşya satan dükkanlara girdiğimizde karşımıza en çok çıkan şey guguklu saatlerdi. El yapımı bu şirin saatler baya pahalı bir fiyata satılıyor. Hatta guguklu saatlerin yarışması bile oluyormuş. Birincilik kazanan saatin fiyatı 800 euroydu. Boyutları arttıkça fiyatlar uçuşa geçiyor.
Kırmızı ponponlu şapkalı objeler ise buraya özgü en sevimli hediyelik eşyaları oluşturuyor. Bollenhut ismi verilen kırmızı veya siyah iri ponponlu şapkaları eskiden Kara Orman bölgesinde yaşayan kadınlar takarmış. Eğer ponpon kırmızı ise bekar, siyah ise kadının evli olduğu anlamına gelirmiş. Bir Kara Orman kızı olmaya karar verdim ve şapkamla poz vermeyi ihmal etmedim.
Biergarten adlı yerler özellikle sıcak geçen yaz aylarında Freiburg’daki insanların bira içip serinledikleri ve sohbet ederken keyifli zaman geçirdikleri meşhur parklar. “Bira Bahçesi” anlamına geliyor. Tepede bulunan bir biergartene çıktık. Şehri yukarıdan görebileceğiniz muhteşem bir manzarası var. Hemen yanı başınızda aşağıda asmalar var. Şarapçılık bölgede gelişmiş ve önemli bir gelir kaynağı.
Ağaçların altına tahta masalar ve banklar konulmuş. Hemen sıraya girip biranızı alıyorsunuz ve kendinize bir köşe seçip bir yandan biranızı yudumlarken bir yandan manzaranın keyfini çıkarıyorsunuz. Biergarten sadece Freiburg’da olan bir şey değil Almanya’ya özel bir gelenek. Eskiden modern koşullarda soğutmanın olmadığı zamanlarda, Bavyera’daki biracılar ürettikleri biralar mahzende serin kalsın diye fabrikanın etrafına ıhlamur ve kestane ağaçları ekerlermiş. Sıcak aylarda evlerinde içmek üzere bira almaya gelen müşteriler dayanamayıp birkaç şişeyi açar ve ağaçların gölgesinde bira keyfi yaparlarmış. Bu durumu gören Bavyera Kralı I.Max 1812’de bir kanun çıkarmış ve bira fabrikalarının bahçelerinde müşterilerine bira ve ekmek satışına izin vermiş. Bu sayede yüzyıllar boyunca devam edecek olan “Biergarten”, “bira bahçesi” ortaya çıkmış.
Benim gibi bira bahçesine gidip bira değilde ben şarap içeceğim diyenleriniz olur mu bilemiyorum. Varsa kendimi bir parça rahat hissedeceğim. En olmadık şeyi en alakasız yerlerde isteyen bir insan olunca.. Ben Weißherbst içtim. Bir özelliği var mıydı pek emin değilim ama normal bir roze şaraptı bana göre. İnsanın burada ömrü uzar diyerek bir iç geçiriyorum şarabı yudumlarken.
Freiburg sokaklarında dolaşırken gözlerinizi yerden ayırmamak gerekiyor. Genelde her mağaza ve binanın önünde onu simgeleyen bir şekil yerde taşlarla betimlenmiş durumda. Yeri geliyor bu bir berberin kapısının önündeki makas işareti oluyor yeri geliyor bir pastanenin önündeki bretzel simgesi oluyor. Bazı simgeler ise güncellenmediği için eskiden o mekanda iş yapan dükkan hakkında bilgi veriyor. Çok iyi fikir değil mi?
Acıkıyoruz. Durağımız Uni Cafe (UC). Mozzarellalı ve domatesli flammkuchen (5,5 euro) sipariş ediyoruz. Kendisi bir nevi Alman pizzası. İncecik çıtır hamuru yedikten sonra insana rahatsızlık hissi vermiyor. İnsanın yedikçe yiyesi geliyor. Eşlikçisi kırmızı şarap. Keyfimiz yerinde.
Bira bahçelerinden sonra sizi bira bisikleti ile tanıştırmak isterim. İlk kez görüyorsanız şaşırmanız çok doğal. Bir bar şeklinde dizayn edilmiş bu aracın önünde bir bira fıçısı bulunuyor ve sürücüsü araca yön verirken arkada pedal çevirenler önlerinde bulunan bardaklarına bira doldurup hem biralanıyor hem de eğlenceli bir şekilde şehir turu yapıyorlar. Bunun için grup halinde tur şirketine başvuruyorlar. Biranın yaşam tarzı haline gelmesi böyle bir şey sanırım.
Freiburg, şarap konusunda da önemli bir merkez. Şarapseverleri cezbedicek önemli şarap rotaları veya şarap yolları etrafında konumlanmış durumda. Şehirde çok fazla şarap mağazası var. Ağırlıklı olarak Alman, Fransız ve İtalyan şarapları satılıyor. Her yıl temmuz ayının ilk haftası Freiburg’da şarap festivali gerçekleşiyor. Önünden geçerken gözümüze çarpan bu küçük bahçe aslında çeşitli asma türlerini insanlara tanıtmak için oluşturulmuş minik bir bağ görevi görüyor. İnsanlar diplerinde oturup kitap okuyor, sohbet ediyor.
Şarap mağazaları arasında en çok sevdiğim mekan Weinhaus Stellwagen-Büchner oldu. Bunun en önemli sebebi sadece şarap satan bir dükkan olmaması ve içerisinde envai çeşit zeytinyağı, sos, baharat karışımlarının bulunması ve bunlara ek olarak İngilizce bilen bir çalışanın olması oldu. Burada denediğim tüm soslar çok lezzetliydi. Karnınız aç girip ona buna banayım, tadına bakayım derken tok çıkabileceğiniz bir mağaza. Kimse tepenizde durup size potansiyel hırsız muamelesi yapmıyor. Karışan eden yok rahatça istediğinizi deneyip, alışverişinizi yapıyorsunuz.
Mağazaya haftanın belli günlerinde belirli bir şarap üreticisi geliyor ve ücretsiz olarak size şaraplarını denettirme imkanını sunuyor. Bana denk gelen üretici Shelter Winery. Sahibi ile sohbet edip şaraplarını deneme fırsatı yakaladım. Bir tanede şarap satın aldım. Sonrasında tadım notlarımda yer vermeye çalışacağım.
Buradaki en büyük keşfimiz ve mutluluk kaynağımız ise Kalte Sofie markasının bize yaşattığı donmuş veya buzlu şarap deneyimi oldu. Beyaz ve kırmızı olmak üzere iki çeşidi var. Kırmızısını içebilmek için resmen kapı önünde nöbet tuttum diyebilirim çünkü hazırlanması beyaza göre daha uzun sürüyor ve herkesin tüketmeyi en çok sevdiği çeşit o. Sıcak yaz gününde içilebilecek en güzel iki şeyin bu şarapların olduğunu söylebilirim.
Beyaz olanı yani Kutsal Beyaz, inci rengine sahip ve baştan çıkarıcı bir parfüm gibi kokuyor. Damakta egzotik sulu meyve aromaları var ve şekerli. Bana Bornova misket üzümünü çağrıştırdı.
Kırmızı olanı ise beyaz kadar şekerli olmadığı için içerken sizi çok yormuyor. Çok güçlü bir kırmızı şarap olmadığı kesin ama bir kırmızıda mutlaka olan tanenler, şarabı yudumlarken size hafif acı soğuk tazelik sunuyor.
Açlığımızı bastırmak için kendimizi attığımız yerlerden bir tanesi de Cafe Atlantik isimli mekan oldu. Etler gayet lezzetliydi. Siparişi alırken etin pişirme derecesini sorsalar daha iyi olurdu.. Patatesler bildiğimiz standart dondurulmuş patateslerden hazırlanarak servis edilmişti. Mekan, patates konusundaki beklentimi karşılamadı ama açtım ve gözüm dönmüştü. Tüm patatesleri mideye indirdim.
Martin’s Bräu‘da yediğimiz patatesler ise çok keyifliydi. Maalesef fotoğraflamayı unutmuşum. Sadece bira görseli ile idare edeceğiz. Bira meraklılarının mutlaka uğramak isteyeceği bir pub olduğundan eminim.
Bu güzel atları gördüğümde gözlerime inanamadım çünkü oldukça iriydiler, çok iyi bakıldıkları kesindi. Ganter Bira markasının biralarının taşımacılığını yapmak için oradaydılar.
Münster’in hemen yanı başında konumlanan Alte Wache isimli şarap mağazası da oldukça keyifli. Yirmiden fazla şarabı aynı anda denemenize imkan sağlayan, şarap ile alakalı hediyelik eşya satın alabileceğiniz ve şarap aksesuarları bulabileceğiniz bir mekan.
Mağazada yerel üzümlere ait çeşit çeşit şaraplar bulmanız mümkün. Ağırlıklı olarak yerel şaraplar mevcut ama Fransız şaraplarının da satışı yapılıyor.