Gaziantep’e ilk gidişimde ziyaret etmek istediğim yerlerden biriydi Yesemek Hitit Heykel Atölyesi ve Taş Ocağı. Yesemek‘i göremediğim için aklımda kalmış ve çok üzülmüştüm. Yıllar sonra anladım ki hayatın bana tatlı bir sürprizi varmış. Ne büyük bir şans ki ülkemizin sahip olduğu en önemli kültür varlıklarından biri olan Yesemek Hitit Heykel Atölyesi ve Taş Ocağı‘nı 2019 ile 2021 yılları arasında yüzey araştırmalarını ve 2021 ile 2023 yılları arasında da tahribat alanında kurtarma kazılarını yürüten Gaziantep Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Atilla Engin’den dinleyerek birlikte gezdim.

Yesemek Hitit Heykel Atölyesi ve Taş Ocağı’nın Önemi

Gaziantep’in İslahiye ilçesinin yaklaşık 20 km güneybatısında yer alan Yesemek Hitit Heykel Atölyesi ve Taş Ocağı insanlığın kültür tarihinde çok önemli bir yere sahip çünkü sahip olduğu yüzlerce heykeltıraşlık eseri ile tarihin bilinen ilk büyük heykel atölyesi (8 hektar). O kadar geniş bir alana yayılmış ve yerinde korunmuş yüzlerce heykeltıraşlık eserinin bulunduğu dünyada ikinci bir yer yok. Eşi benzeri olmayan arkeolojik alanlardan biri olma özelliği ile Yesemek Hitit Heykel Atölyesi ve Taş Ocağı 2012 yılında Unesco Dünya Miras Listesi’ne girmeye hak kazanmış ve günümüzde ise kalıcı liste için çalışmalar devam ediyor.

Yesemek Hak Ettiği Değeri ve İlgiyi Görmemiş 

Yesemek ile ilgili ilk yazılı kayıtlara, 19. yüzyılın sonlarında, Zincirli Höyük’te kazı çalışmaları yapan Avusturyalı araştırmacı Felix von Luschan’ın yayımladığı raporunda “Gesemek” olarak rastlanıyor. Prof. Dr. Atilla Engin’e göre Yesemek, 1893 yılında bölgeyi ziyaret eden ve incelemelerde bulunan ilk Türk arkeolog ve müzeci Osman Hamdi Bey ile Sakçagözü ve Coba Höyük’te kazı çalışmaları yapan Alman arkeologlar Otto Puchstein & Karl Human tarafından da görülmüş ve gezilmiş olduğu düşünülüyor. Peki yaklaşık 140 yıldan beri arkeoloji literatüründe yer alan Yesemek neden yeterli düzeyde araştırılmamış olup araştırmacıları kendine çekememişti? Muhtemelen en büyük sebep o dönemlerde Yesemek‘ten götürüldüğü düşünülen aynı bölgede yer alan Zincirli Höyük ve Sakçagözü’ndeki gösterişli eserlerin varlığı ile Yesemek‘te yer alan heykellerin tamamlanmamış taslaklardan oluşması öncelikli araştırma hedefi için pek ilgi çekici olmamıştı.

Yesemek, yakın çevresindeki Geç Hitit dönemi olan antik Sam’al Krallığı’na ait Zincirli Höyük’te bulunan aslan ve sfenks heykelleri ile ilişkilendirmiş ama Zincirli Höyük’te bulunan eserlerin boyutları ve üslupları Yesemek örneklerinden oldukça farklı olduğu anlaşılıyor.  Yesemek sfenksleri daha küçük, sempatik, geniş-yuvarlak yüzlü olarak ön plana çıkıyor. Doç. Dr. Ali Özer’in yaptığı XRF analizleri ile Zincirli Höyük’te bulunan eserlerin Yesemek kökenli çıkmadığını ispatlamış. Bu sebeple en baştan beri Yesemek‘in Geç Hitit Dönemi’ne ilişkilendirildiği yönündeki tarihleme problemi çözülmüş. İyi anlaşılmamış bir arkeolojik merkez olan Yesemek adeta çok uzun bir süre cevaplanması gereken soruları ile Prof. Dr. Atilla Engin’ın ışık tutmasını beklemiş. 

Yesemek Yüzey Araştırması (2019-2021)

Prof. Dr. Atilla Engin ve ekibinin çalışmalarının önemli bir bölümünü Yesemek Heykel Atölyesi ve yakın çevresinde yaptığı yüzey araştırmaları oluşturmuş. Heykellerin bulunduğu alandan çok da uzakta olmayan tepe üzerinde, orman alanında ağaçların arasındaki boşluklarda duvar izleri, sütun kaideleri tespit edilmiş. Defineciler tarafından iş makinesi ile tahrip edilmiş yapı kalıntıları arasında sütun altlıkları, rölyef parçaları ve çok sayıda çanak-çömlek parçalarına rastlanmış. Tarihlendirme açısından önemli bir yere sahip olan çanak-çömlek parçaları Yesemek için dönüm noktası olmuş ve Hitit İmparatorluk Çağına ait olduğu tespit edilmiş. Yükseltilmemiş sur duvarlarının temel kalıntıları Hitit İmparatorluk Çağında bir kent planlandığını ama kent tam bitmeden yarım kaldığı için Yesemek‘teki taşınamamış yüzlerce heykeltıraşlık eseri ve mimari öğeyi açıklamaktadır. Eğer yarım kalmasaymış muhtemelen muhteşem Hitit uygarlığında daha önce hiç görmediğimiz devasa anıtsal bir kent inşa edilmiş olacakmış.

Yesemek’in Başına Gelenler

2016 senesinde Yesemek Heykel Atölyesi ve Taş Ocağı 1. Derece Arkeolojik Sit içerisinde yer alan kuzeydoğu kesimi maalesef gölet inşaatı sebebi ile iş makinaları ile tahribata uğramış. Unesco Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi’nin (ICOMOS) Yesemek‘te yapılan tahribatı belgelemek için kurtarma kazısının yapılmasını önermiş. Yesemek‘te ilk arkeolojik çalışmalar 1957-1961 yılları arasında Prof. Dr. Bahadır Alkım ve ekibi tarafından gerçekleştirilmiş. Bu kısa süreli çalışma birçok soruya yanıt bulamayan daha çok heykellere odaklanan bir kapsamı varken Yesemek‘teki çalışmalar 1989’a kadar kesintiye uğramış. Gaziantep Müze Müdürlüğü görevi sırasında İlhan Temizsoy tarafından 1989 yılında yeniden Yesemek‘te kazı çalışmaları başlamış ve çevre düzenlemeleri de yapılarak 1991 yılına kadar sürdürülmüş. 1990 yılında Prof. Dr. Atilla Engin  henüz Arkeoloji 1. sınıf lisans öğrencisi iken ziyaret ettiği Yesemek Heykel Atölyesi ve Taş Ocağı‘nda 1991’den sonra ilk defa 2019 yılında yüzey araştırmalarına ve 2021 yılında da ilk kez kazı çalışmalarına başlamış. İnanılmaz değil mi?

Yesemek 2021-2023 Kurtarma Kazıları

Prof. Dr. Atilla Engin ve ekibinin yaptığı kazılar Yesemek‘teki üretim teknikleri ile ilgili yeni ve çarpıcı bilgiler ortaya koymuş. Eskiden yukarıdaki taş ocağından gelen bazalt taşların taşınarak atölyede işlendiği şeklinde bir yorumlama yapılmışken Prof. Dr. Atilla Engin’in yürüttüğü çalışmalar neticesinde ustaların kısmen toprağa gömülü olan bir bazalt kitlenin etrafını kazıp ortaya çıkarıp yerinde taşları kırarak biçimlendirip, taş boyutuna göre kabaca aslan, sfenks ya da ortostat gibi mimari öğelere ve heykeltıraş eserlerine dönüştürdüğü neticelendirilmiş. 

Yesemek‘teki üretim teknikleri ile ilgili ilginç ve en önemli bulgulardan biri de taş çekiçler olmuş. Kazı alanında, biçimlendirilen heykel ve taş kitlelerinin çevresinde “gabro”dan üretilen taş çekiçler bulunmuş. Gabro, bazalt gibi volkanik bir kayaç ama bazalta göre daha yeryüzünün daha alt tabakalarında bulunan, bazalttan daha sert ve dayanıklı bir taş olup Yesemek‘te dere yatağında bulunuyormuş. Yani ustalar gabroyu da buradan alıp balyoz gibi sallayarak taşları kırmak için kullanmışlar. Diğer ilginç bulgulardan biri de tebeşir taşları olmuş. Kazılarda atölye alanında, heykel eskizlerinin çevresinde çok sayıda bulunan tebeşir taşları bazaltın üzerindeki konturları işaretlemek için Levant Koridor’u havzasından temin edildiği düşünülmektedir. 

Prof. Dr. Atilla Engin yapılan çalışmalar hakkında bilgi vermeye devam ederken sur duvarları ve diğer mimari kalıntılarının dağılımını göz önünde bulundurarak Yesemek‘te 200 hektarlık devasa bir kent planlanmasının özellikle şaşırtıcı olduğunu vurguladı. Zira başkent Hattuşa 180 hektardı. Son dönemde ekonomik, siyasi olarak güç kaybeden Hititlerin Yesemek‘te, Amanoslar ve Kurt Dağları arasındaki “Kuzey Levant Koridoru”nu kontrol eden stratejik olarak özenle seçildiğine işaret eden bir kent projesine giriştiklerini gözler önüne serdiği düşünülüyor.

Son araştırmalara göre, Yesemek Heykel Atölyesi ve Taş Ocağı‘nın geçmişte öngörülenden birkaç yüzyıl daha eskiye, Hitit İmparatorluk Çağı’na tarihlenmesi çok önemli. Kurulması planlanan kentin devasa boyutları göz önüne alındığında yüzlerce heykeltıraşlık eserlerinin yapılma nedeni de açığa kavuşuyor. Mimari kalıntıların çok geniş bir alana yayılmışken yaşam bulgusuna işaret eden seramik parçalarının çok kısıtlı bir alanda görülmesi ise kent yerleşmesinin tamamlanamadan yarım kalmış olasılığını öne çıkartıyor.

“Miras Kilis” projesi kapsamında görme fırsatı bulduğum Yesemek Heykel Atölyesi ve Taş Ocağı‘nı Prof. Dr. Atilla Engin’den dinlenmek muazzamdı. Yesemek hakkında yapılan özverili çalışmalarının maalesef bir kısmına burada yer verebildim. Ancak Yesemek hakkında daha fazlasını merak edenler Prof. Dr. Atilla Engin’in makalelerine ve kazı raporlarına kolaylıkla internet ortamından ulaşıp okuyabilir.

Not: Sit alanındaki tahribata ait fotoğraflar Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün 43. Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu 43. Kazı Sonuçları Toplantısı Raporundan Alınmıştır